19 Mart 2020.
Virüsler, belirli bir ırksal kökene sahip insanlara karşı ayrımcılık yapma niteliğine sahip değildir. Ancak, son günlerde gerçekleşen olaylar virüsten ziyade insanların bunu fazlasıyla başarabildiğini gösteriyor.
Herkesin gözü kulağının üzerinde olduğu yeni salgına Covid-19 mu yoksa Çin Wuhan virüsü demeyi mi tercih ediyorsunuz? Koronavirüsü, nitelendirmek için kullandığınız en basit bir terim bile aslında bazı sinyaller barındırıyor. Peki, nedir bu sinyaller?
"Birine suç atmak hepimize kolay geliyor."
Dünyanın zor zamanlardan geçtiği bugünlerde, geçmişte yaşanan bazı salgın krizlerini tekrar hatırlamak bu noktada faydalı olacaktır. Domuz gribinin suçlusu Meksikalılar sayılırken, Ebola salgınının tabiri caizse günah keçisi ise Afrikalılar ilan edilmişti. Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi ilan edilen koronavirüsün (Covid-19) ortaya çıkmasının ardından yaşanan durumlar geçmişten pekte farklı değil.
Covid-19'un, Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkması sebebiyle bazı asılsız iddialar ortaya atıldı. Sırf Asya kökenli bir görünüme sahip olduğu için dünya genelinde pek çok kişi hedef alınıyor. Sosyal medyada yer alan nefret söylemlerinin de bu konuda büyük bir payı olduğunu söyleyebiliriz. Bu küresel salgın her geçen gün yeni vakalarla rapor ediliyor. Ancak açıklanmayan ama her zaman var olan virüsten daha tehlikeli başka salgınlar da mevcut; ötekileştirme ve ırkçılık.
Dünya genelinde örneklerini gördüğümüz ve çoğunun şiddet eğilimli olduğu bu ayrımcılık vakaları, öyle bir bulaşıcı hastalık ki salgın gibi yayılma eğilimi gösteriyor. Virüsten daha hızlı yayılan bu nefret söylemleri hem günlük hayatta hem de sosyal medyada karşımıza çıkabiliyor.
Toplumda koronavirüs salgın paniğinin yankıları
Salgın olgusunun insanlarda uyandırdığı panik; korku ve endişeyle bir araya geldiğinde, daha önceki salgın vakalarında yaşandığı gibi koronavirüste de kaos meydana geldi. Pek çok iddia çeşitli komplo teorileriyle adeta yanlış bir bilgi ağı ördü. Dünya genelinde Covid-19 vakalarının pek çok ülkede görülmesi ve vakaların her geçen gün artması, bireylerde sonuçlarının ne olacağına dair endişeyi de pekiştirir nitelikte. Endişenin artmasıyla bu küresel salgın, sosyal medyada kriz anlarında daha çok yayıldığı bilinen yalan haberlerinartmasına da neden oluyor. Hem nefret söylemleri artıyor hem de yalan haberlerin ardı arkası kesilmiyor. Kaçınılmaz son ise her ikisi de birbirini tetikliyor. Covid-19 salgını ile ilgili bilgi havuzundaki verilerin çokluğu bilimsel bilgilerden ziyade nefret söylemi, önyargı ve ötekileştirme örnekleriyle tıka basa dolu. Her geçen gün doğruluk kontrolü (fact-checking) gerektiren yeni bir iddiayla karşı karşıya kalınıyor.
Koronavirüsün; 1993 yılında Simpson dizisi tarafından öngörüldüğünden, ameliyat sırasında yere yığılan doktor görüntülerine hatta Çin halkının beslenme alışkanlıklarına varıncaya kadar bir dezenformasyon gündem mevcut. Elbette bu iddiaların doğru olduğuna dair teyitler mevcut değil. Post-truth çağında; koronavirüs yalan haber zincirlerinin de etkisiyle toplumda Asyalı kökenli bireyler hedef gösterilerek, ırkçı yaklaşımlara ve nefret söylemlerine maruz bırakılmaktadır.
Farklı olana azalan tolerans
Daha önce bahsedildiği üzere, ırk görünümlerinden dolayı bazı bireylerle ilgili spekülatif söylemlerin bir getirisi olarak ise karşımıza ötekileştirmekavramı çıkıyor. Koronavirüsün Çin’de ortaya çıkması sebep sayarak ırkları yüzünden aşağı görme, toplum içerisinde dışlama ve hor görme süreçleriyle karşı karşıya kalınıyor. Ötekileştirme kavramının özeline bakıldığında, kendimizi ait hissetmediğimiz, kabul gören normatif sınırların ötesinde kalan grup ve kişilerin olumsuz kategorilerle işaretlenmesi gibi çeşitli sebepler görülüyor.
Son günlerde ise koronavirüs salgının yarattığı panikle, dünyanın birçok yerinden ötekileştirme olaylarının yaşandığını duyuyoruz. Koronavirüs salgınının sonuçları kestirilemediğinden, yalan haberlerinde tetiklemesiyle toplumda farklı kimlik ve grup yapılarına yönelik toleranslar da azalmış durumda ne yazık ki. Dünya genelinde daha önce ortaya çıkan viral salgın hastalıklarda da gündeme gelen ötekileştirme örnekleri, bu dönemde yerini Covid-19’a bırakmış durumda.
Aldığı tepkilere rağmen, insanların düşüncelerine saygı duyuyor...
Duy Tran, Güney Vietnamlı ve Koç Üniversitesi mühendislik fakültesinde okuyan bir değişim öğrencisi.
Onunla koronavirüs ve dünya geneline yayılan ırk ayrımcılığı üzerine konuştuk. Salgının ortaya çıkmasından sonra Tran, Asya kökenli bir görünüme sahip olduğundan dolayı günlük hayatında farklı olaylar yaşadığından bahsetti. Aslında ona göre, koronavirüs medyada yansıltığı kadar korkunç bir salgın değil.
Duy Tran, İstanbul'a geleli oldukça kısa bir süre olmuş. Böyle olmasına rağmen, Tran ve arkadaşları İstanbul sokaklarında çeşitli ayrımcılık olayları yaşamış. Tran bunları şöyle anlatıyor: "Bu sabah Taksim’e gelebilmek için metroya bindim ve oturdum. Şaşırtıcı bir şekilde kimse benim yanıma oturmadı. Hatta bazı insanlar suratıma dik dik baktı ve yüzlerindeki ifadeden “Görünümü Asyalı gibi, acaba virüs taşıyor mu?” şeklinde düşündüklerini hissettim. Bana bu şekilde davranmalarına rağmen yine de insanların düşüncelerine saygı duyuyorum."
Yaşadığı benzer bir olaydan ise şöyle bahsediyor:
"Geçen haftada benzer bir ayrımcılık olayı yaşadım. Arkadaşımla otobüse binmiştik. O gün biraz grip gibiydim ve sadece bir kez öksürdüm. Birden otobüsteki pek çok kişinin inmeye çalıştığına şahit oldum ve bu gerçekten korkunç bir andı." İnsanların ona bu şekilde tepki vermesine şaşırdığına ve anlam veremediğine ise dikkat çekti.
Koronavirüs ve Çin mutfak kültürünü bağdaştırmak
Dezenformasyon gündeminde yer alan iddialardan biri, aslında bir blogger olan bir kişinin sosyal medyada dolaşan yarasa çorbası videosu oldu. Aslında farklı tarihlerde kaydedilmiş bu görüntünün, Covid-19 ile bir alakası olmadığı teyitlendi. Ancak, insanlarda koronavirüs salgınına Çin halkının yediği iddia edilen yarasa ve yılan gibi vahşi hayvanlardan yapılan yemeklerin neden olduğuna dair bir algı kaldı. Çin mutfak kültürü ve koronavirüsün özdeştirilmesi konusundaki sorularımıza yanıt bulabilmek için Şef Ece Şener Aslay ile konuştuk. Kendisi uluslarası mutfak kültüründe uzman ve birçok kez Çin'de bulunmuş.
Koronavirüs salgınının ortaya çıkmasının sebebinin, Çin mutfak kültürü olduğunu nitelendirenler var. Bir mutfak kültürünü, küresel bir salgınla özdeştirmek ne kadar doğru?
Çin mutfak kültürü dediğimiz şey hem çok multicultural hem de çok geniş bir coğrafyaya yayılmış bir alandır. Bir yerde böcek ve yarasa yiyorlar diye, bir virüsün yayılma sebebiyle ilgili bir çıkarım yapmak dünyanın en cahilce yaklaşımlarından biri. Dolayısıyla, bu yemek kültürüyle şöyle bir alakası olabilir. Çiğ ürün olduğu için taşıma esnasında virüsün bulaşma ve yayılması konusu mümkün olabilir.
Belirli bir ırk kökenini ve yemek kültürlerini bağdaştırarak hedef göstermek nasıl bir yaklaşımdır?
Her kültürde belli bir dini bir inanış olabilir, belirli bir kültürel sembole yönelik ritüeller olabilir ve o ritüeller için tüketilen besinler olabilir. Örneğin, kaplumbağa kanından çorba yapmak üretkenliğe iyi geliyor gibi. Aynı şey bizde de vardır. Orta Asya Türklerinde de atın boynundan kan içmek erkekliği yükseltiyor denilir. Ancak bunlar çok eski ve primitif para aletleridir.
Peki, günümüzde Çin yemek kültüründe vahşi hayvan tüketimi olduğu iddiası gerçeği yansıtıyor mu?
Çin’de şu an olan yemek kültürüyle bunların hiçbir alakası yok. Yani bu ritüeller orada hala yaşıyorsa bile, belki bir köyün bir senesinin bir gününde yapılmış bir şey. Genele yayılmış bir vahşi hayvan tüketimi kültürü orada yok. Ben Çin’e çok gittim ve gördüm. Gidildiğinde de yarasa çorbası görmek çok enderdir. Kızartılmış böcek vardır ancak o da turisttik bir sokak yemeğine dönüşmüş durumda. Dolayısıyla yemek kültürleriyle ilgili ötekileştirilmeleri oldukça haksız. Bu barbar Türkler demekle nerede aynı şey toplum yapısında. Birine suç atmak hepimize kolay geliyor.
Son günlerde yaşanan bu ayrımcılık olaylarını nitelendirecek olursanız..
Çin’in yaşadığı gerçekten kötü, sadece yemek kültürlerine atfedilmesi de daha da kötü bir durum. Ne yazık ki dünyanın her yerinde Asya kökenli bireylerin tepki aldıklarına şahit oluyoruz.
Çin restoranlarındaki son durum
Sultanahmet'te bir Çin mutfağı restoran sorumlusu olan Tuğçe Elmacı, koronavirüs salgınının işletmelerini doğrudan etkilediğini söyledi. Şunları ekledi; "Konuşulduğu gibi yarasa, yılan gibi vahşi hayvan tüketimi bizim işletmemizde yok. Çinlilerin hepsi bu tarz beslenmiyor zaten. Burası bir Çin restoranı olduğu için insanlar doğal olarak insanların bakış açısı da “Aaa acaba, yarasa mı yiyorlar?” şeklinde olduğu için bizi de etkiledi açıkçası. Neredeyse yüzde seksen oranında restoranımızda ağırladığımız müşterilerde bir düşüş var."
"Kendi çevremizden daha çok tepki alıyoruz."
Müşteri düşüşlerinin yanında birde çevreden tepki aldıklarını dile getiren Elmacı, "Sizde de yarasa çorbası var mı?’ şeklinde sorular geldiğini belirtti. Elmacı sözlerine şöyle devam etti: "Kendi çevremizden daha çok tepki alıyoruz. Hatta, sırf Çin restoranında çalıştığımız için koronavirüs salgınından dolayı bize tepki gösteriyorlar. Mesela bugün biraz rahatsızım, şimdi çıkıp hastaneye gitsem ve Çin restoranında çalıştığımı söylesem muhtemelen telaşlanıp beni de karantinaya alabilirler."
Covid-19'dan daha hızlı yayıldığı görülen ötekileştirme vakaları, insanların birbirini "diğer" olarak olumsuz nitelendirmesinden öteye gidemez.
Virüsler, belirli ırksal kökenlere sahip insanlara karşı ayrım yapma eğilimi göstermez. Görünen o ki, insanlar ayrım yapma konusunda nitelikli olabiliyor.
Sonuç olarak; virüsler ırk tanımazken, bazı insanlar yapabiliyor...
Comments